Quantcast
Channel: DurDe Platformu » Nefret Söylemi
Viewing all articles
Browse latest Browse all 14

Nefret söylemi ile ifade özgürlüğünün sınırları

$
0
0

ifade-ozgurluguF. Levent Şensever

Ayrımcılıkla ilgili her türlü tartışmada, 1948 yılında gerçekleşen Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun kabul ettiği, “Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi”nin birinci maddesinde altı çizilen, eşitlik ilkesi temel alınmalıdır.  Bu madde şöyle demektedir: “Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler, birbirlerine karşı kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar.” Söz konusu eşitlik ilkesi, “ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal veya başka bir görüş, ulusal veya sosyal köken, mülkiyet, doğuş veya herhangi başka bir ayrım gözetmeksizin” herkes için geçerlidir.

Nefret söylemi ve ifade özgürlüğü tartışması da bu çerçevede ele alınmalıdır.

Avrupa Konseyi, nefret söylemini şöyle tanımlıyor: “Irkçı nefret, yabancı düşmanlığı, antisemitizm ve hoşgörüsüzlüğe dayalı diğer nefret biçimlerini yayan, teşvik eden, savunan ya da haklı gösteren her tür ifade biçimi. Hoşgörüsüzlüğe dayalı nefret, saldırgan milliyetçilik ve etnik merkeziyetçilik, ayrımcılık ve azınlıklara, göçmenlere ve göçmen kökenli kişilere karşı düşmanlık yoluyla ifade edilen hoşgörüsüzlüğü içermektedir.”

Peki, ifade özgürlüğünün sınırları nerede bitiyor ve nefret söyleminin sınırları nerede başlıyor? Bu sorunun yanıtı, sembolik anlamda bir ülkenin demokrasisinin sınırlarının da çizildiği bir çerçeve aslında.

Özellikle son yıllarda sık rastladığımız bazı örnekler, bu ikilemin boyutlarının nasıl toplumsal patlamalara ve şiddet olaylarına evirilebileceğini açıkça gösteriyor. Salman Rüşdi’nin “Şeytan Ayetleri” kitabına karşı çıkarılan ölüm fetvası; Danimarka’da başlayan ve başka ülkelere yayılan Hz. Muhammed’i hicveden çizimlerle ortaya çıkan “Karikatür krizi”, LGBT bireylerine yönelik “hastalık” ve “günah” tartışmaları, Alevi ve gayrimüslim kesimlere yönelik hoşgörüsüzlük, Avrupa ve Kuzey Amerika’da Müslümanlara yönelik önyargılar gibi örnekler, bu gibi sorunların yerel ve uluslararası boyutuyla nasıl büyük toplumsal sorunlara dönüşebileceğini  gösteriyor.

***

İfade özgürlüğü, eşitlik ilkesinin ayrılmaz diğer önemli bir unsurunu oluşturuyor.

Medeni ve Siyasi Haklara ilişkin Uluslararası Sözleşme’nin 19’uncu maddesi, ifade özgürlüğünü şöyle tanımlıyor: “Herkesin ifade özgürlüğü hakkı olmalıdır; bu hak, her türlü bilgi ve fikirleri sınır olmaksızın, sözlü, yazılı, basılmış, sanat ya da herhangi dilediği bir medya ortamıyla öğrenme, alma ve verme hakkıdır.”

Bu tanım çerçevesinde, devletin icraatları, din veya dini kurumlar ve egemen ideolojiler de dahil her türlü konuda, nefret söylemini içermediği sürece eleştiri ve tartışma özgürce yapılabilmelidir.

İfade özgürlüğü, çoğulculuk anlayışı ve farklı olana saygıyı güçlendirir. Toplumdaki bazı seslerin kısılması ve farklı görüşlerin ifade edilmesinin engellenmesi eşitsizliğin ortaya çıkması ya da derinleşmesinin başlıca nedenidir. Başka bir ifadeyle, siyaset, kültür ve toplumsal yaşam alanlarında ayrım olmadan herkesin kendisini ifade etmesi ve katılımı eşitlik için bir önkoşuldur. Bu özgürlükler hiçbir şekilde kısıtlanmamalıdır. Örneğin, “devletin güvenliği”, “kamusal düzen” veya “terörle mücadele” gibi gerekçeler karşısında insan haklarından ödün verilmesi kabul edilemez.

***

Öte yandan ifade özgürlüğünün de bir sınırı var. Zira, başta da ifade edildiği gibi, ifade özgürlüğü prensibi herkesin kanunlar önünde eşit olma ve ayrımcılığa uğramama, eşit muamele görme hakkına dayanır. Bu evrensel temel hakkı ihlal eden, eşitlik hakkını zedeleyen her türlü ifade ve söylem karşısında kırmızı bir çizgi çizilmesi gerekir.

Ancak bu tür söylemleri sınırlayan veya yasaklayan her türlü yasal düzenleme veya norm, çok somut ve dar bir çerçeve içinde tanımlanmalıdır. Aksi takdirde, bu tür kısıtlamaların suistimal edilmesi ve belli bir siyasi çevrenin çıkarına kullanılması riski ortaya çıkar. Yani ifade özgürlüğünü sınırlayan her türlü düzenlemenin de mağdur kesimlerin eşitlik ilkesini gözetmesi; asıl olarak mağdurların korunmasını hedeflemelidir. Dolayısıyla bu tür düzenlemeler, Türk Ceza Kanunu’nun 301’inci maddesinde olduğu gibi, belli etnik grupları, seçici bir şekilde inanç ve ideolojilerin bir kısmını korumaya yönelik olmamalıdır.

Aslında nefret söylemi, ifade özgürlüğünün suistimal edilmesidir denilebilir. Burada temel sorun, bu her iki ayrımcılık biçiminin; hem nefret söylemi hem de ifade özgürlüğünün sınırlanmasının asıl mağdurlarının “dezavantajlı gruplar” olarak ifade edilen, yasalar tarafından koruma altına alınmış ulusal, etnik, dini, cinsel ve kültürel kimliklere sahip grupların oluşturuyor olmasıdır.

Dolayısıyla, nefret söylemi ve ifade özgürlüğünü bir birinin karşısına koymaktan ziyade, aksine mağdur gruplara yönelik önyargılara karşı mücadele için ifade özgürlüğünün sınırlarının genişletilmesi gerekir.

 


Viewing all articles
Browse latest Browse all 14

Trending Articles


Mide ağrısı için


Alessandra Torre - Karanlık Yalanlar


Şekilli süslü hazır floodlar


Flatcast Güneş ve Ay Flood Şekilleri


Gone Are the Days (2018) (ENG) (1080p)


Yildiz yükseltme


yc82


!!!!!!!!!! Amın !!!!!!!!!


Celp At Nalı (Sahih Tılsım)


SCCM 2012 Client Installation issue